Blog

Hizmet Tanıtım Yazıları

Category filter:AllAile HukukuGayrimenkul HukukuGenel
No more posts
bosanma-davasi-nasil-acilir.jpg
29/Kas/2022

 

Boşanma Davası Nasıl Açılır? Boşanma davalarının birbirinden farklı çeşitleri vardır. Kişiler, mevcut evlilik durumlarındaki yaşantılarına göre bu çeşitlerden birini seçerek boşanma yoluna giderler. Bunlar; anlaşmalı ve çekişmeli boşanma davalarıdır. Anlaşmalı boşanmalarda genel olarak birbirinden ayrılma kararı alan eşlerde mutabakat ve anlaşma vardır. Ancak çekişmeli boşanma davalarında anlaşmalı boşanma davalarının aksine bir ihtilaf yer alır.

Bu dava çeşitleri arasında bir başvuru yapabilmek için, aile mahkemesi adı verilen mahkemeye yazılı bir başvuruda bulunulması gerekmektedir. Buraya verilecek olan boşanma dilekçesi ya vekaleten mevcut avukatlar tarafından ya da direkt olarak kişiler tarafından yazılır ve teslim edilir. İzmir avukat, bu durumlar dahilinde sizlere yardımcı olabilecek bir avukattır. Bu verilecek olan dilekçenin ek kısmına da yine bu farklı boşanma tiplerine göre eklemeler yapılır. Bunlar, anlaşmalı boşanmalar dahilinde anlaşmalı boşanma protokolü, çekişmeli boşanma tipi ise bu boşanmaya dair delillerdir.

Adliyeler içerisinde yer alan tevzi bürolarına belli başlı harçlar ödenmektedir. Bu harçlar, yapılan başvuru sonrasında yine tevzi bürosundan temin edilen tevzi formu ile ödenen harçlardır. Bu ödemeler de yapıldıktan sonra davaya ait olan dosyaların hangi mahkemede olacağı ve dosyalara ait numaralar belirlenir ve atanır. Bunun akabinde ise boşanma davası başarılı bir şekilde açılmış olur.

Boşanma davasını başarılı bir şekilde açtıktan sonra aile mahkemesi tarafından taraflara tensip zaptı tebliğ edilmektedir. Bu gönderilen tensip zaptı üzerinde verilen dilekçelere ait cevap süreleri, davaya ilişkin yer alan delillerin mahkemeye ne zaman sunulması gerektiği, delil ve giderlere yönelik olan avansların yatırılmasına dair çeşitli ihbarlar yapılmaktadır. Bunun yanında, inceleme duruşmasına ait olan tarihler ve o tarihler içerisindeki duruşma saatleri de bu tensip zaptı üzerinde belirtilmiştir. Avukat İzmir, size bu saatler ve tarihler hakkında genel bir bilgilendirme yapacaktır. Bu konular hakkında bu adres üzerinden bir görüşme sağlayabilirsiniz.

Tarih ve saat bildiriminden sonra hakim, var olan dosya üzerinde yapılan ilk itirazlar ile bir inceleme başlatır. Eğer konu hakkında herhangi bir eksiklik durumu yaşanmazsa, ön inceleme adı verilen duruşma yapılır. Bu yapılan duruşmada ise yapılan ilk itirazlar hakkında karar verilir, sonrasında ise savunma ve davanın genişletilmesi konusu hakkında bir yasak başlatılır. Bu ise artık dava ve cevap dilekçeleri üzerinde yer almayan hususların ileri sürülemeyeceği, ortaya atılamayacağı anlamına gelmektedir.

Yapılan ön inceleme duruşması ile beraber tahkikat adlı aşama başlar. Bu aşamada ise davaya yönelik deliller, dava ile ilgili olaylar ve yine dava hakkında konuşacak olan şahitler çağrılarak toplanılır. Bunun sonrasında ise son aşama olarak hüküm duruşmasına karar verilir ve çıkılır. Bu hüküm duruşması içerisinde hakim kısa kararını verir ve açıklar. Kararın sebepleri açıklanarak taraflara iletilir ve sonrasında da temyiz ve istinaf aşamalarına geçilir. Bu yollar da son bulduktan sonra dava dosyası tamamı ile kapatılmış olur.

 

Anlaşmalı Boşanma Davası Nasıl Açılır?

Bir yılı aşan bir evlilik içerisinde eşlerin bir tanesi tarafından açılan davayı diğeri de kabul ederse anlaşmalı boşanma davası açılabilmektedir. Bu kapsamda yapılması gereken ise eşlerden birisinin mahkemeye giderek başvuru yapmasıdır. Ya da bunun yanında, iki eş birlikte bir mahkemeye giderek anlaşmalı boşanma davası dilekçesi ile beraber boşanma davası açabilmektedir. Bu dilekçe üzerinde kesinlikle anlaşmalı boşanma protokolü adı verilen belge de eklenmelidir. Bunun sonrasında ise tensip zaptı hazırlanmakta ve kısa süre içerisinde eşlere duruşma tarihi ve saati bildirilmektedir.

Günümüzde anlaşmalı boşanma davası açabilmek için eşlerin belirli şartları sağlamış olması gerekir. Bunlar şu şekildedir:

  • En az 1 yıldır evli olmaları gerekir
  • Eşlerin ya beraber bir mahkemeye giderek dava açmaları ya da açılan bir davayı diğer eş de herhangi bir baskı olmadan kabul etmesi gerekir
  • Açılan dava sonrasında eşlerin mahkemede de hakime kendi iradeleri ile bu davayı açtıklarını direkt olarak beyan etmeleri gerekir
  • Anlaşmalı boşanma protokolü adı verilen protokolde de var olan zorunlu şartlar kesinlikle kanuna uygun olmalıdır. Bununla beraber bu şartlar hakim tarafından da uygun bulunarak onaylanmalıdır

Bu şartlar dahilinde bir dava açılsa dahi kesin bir sonuç alınabilmesi için hakimin eşleri dinlemesi gerekir. Bunun sebebi ise anlaşmalı boşanma davalarında her iki tarafında kendi iradelerini net bir şekilde belirtmeleri gerekmesidir. Bunun yanında, anlaşmalı boşan protokolü üzerinde belirlenen maddi konular ve çocuk velayetleri de tamamı ile kanuna uygun olarak yapılmalıdır.

İzmir gayrimenkul avukatı, anlaşmalı boşanma davalarının nereye ve nasıl açılacağı hakkında sizlere yardımcı olmaktadır. Daha kısa bir şekilde işlemlerinizi tamamlamak için bu avukattan yardım alabilirsiniz.

Çekişmeli Boşanma Davası Nasıl Açılır?

Çekişmeli boşanma davalarında, evli olan çiftler boşanma yönlü konular üzerinde anlaşmaya varamamaktadır. Bunun akabinde ise boşanmak isteyen her iki çiftte kendi lehlerine olan taleplerini iletir ve davanın kendi lehleri üzerinden ilerlemesini amaçlar.

Bu boşanma davası, anlaşmalı boşanma davasına nazaran çok daha zor aşamalara sahip olan bir boşanma davasıdır. Bu dava içerisinde çiftlerin bazı konularda anlaşmaya varamaması, davanın çok daha uzun bir sürece yayılarak zorlaşmasına sebep olmaktadır.

Çekişmeli boşanma davaları, bir çiftin mahkemeye başvurarak açabildiği davalardır. Bu dava içerisinde her iki çiftinde anlaşarak bir başvuru yapmasına gerek duyulmaz. Eşlerden birisi kendi istediği zaman direkt olarak dilekçe yazarak mahkemeye başvurabilir. Bu davayı açarken aşağıda yer alan aşamaları uygulayabilirsiniz:

  • Bu dava türleri, avukata sahip olunması gereken dava türlerindendir. Bu sebepten de tarafların bir avukata sahip olması çok önemlidir. Tutacak oldukları avukat, dava süreci hakkında detaylı bir bilgilendirme yapacağı ve nasıl bir yol izleneceğini aktaracağı için dava sürecinin daha sağlıklı ilerlemesini sağlar.
  • Bir avukat ile dava konusunda anlaşma yaptıysanız, dilekçe ve protokol konusunda yazma işlemlerine başlayabilirsiniz. Bu sunulacak olan dilekçeler içerisinde, boşanma davasına yönelik tüm delillerin yer alması gerekmektedir. Hazırlanarak verilecek olan protokolde ise var olan malın paylaşımı, çocukların velayeti ve nafaka gibi konular hakkında talepler iletilmektedir.
  • Bu dilekçelerin sonrasında ise tüm belgeler Aile Mahkemesine gönderilir. Bu işlemden sonra dava için bir tarih ve saat belirlenir. Bu detayların tamamı her iki çifte de tebligat yolu ile ulaştırılacaktır.

 

Avukatsız Boşanma Davası Nasıl Açılır?

Boşanma davaları içerisinde avukatlar büyük bir paya sahiptir. Hukuk nezdinde ve kanun yönünde bulunan deliller ve ithamlar, boşanma aşamasında çok daha ektili olarak davayı kazanmaya yönelik faktörleri sağlayacaktır. Ancak kişiler herhangi bir avukattan yardım almadan dava açmak istiyor ise Aile Mahkemesine giderek bu davayı açabilirler. Eğer bulunduğunuz yerde Aile Mahkemesi yer almıyorsa, bunun yerine asliye hukuk mahkemeleri de yine sizin dava açabilmeniz için yeterli olacaktır.

İzmir aile avukatı olarak çalışanların, bu dava içerisinde size çok büyük katkıları olacağını unutmayın.

 

Boşanma Davası E Devletten Nasıl Açılır?

Günümüzde, UYAP adı verilen sistem üzerinden tek bir tıkla boşanma davası açabilmek mümkündür. Bunun için bir avukata ihtiyacınız vardır. Adliyeye gitmenize gerek kalmayan bu sistemde, E-devlet programına giriş yaparak UYAP Vatandaş Portalı adlı kısma girmeniz gerekir. Sonrasında ise burada hazırlanmakta olan e-imzalı boşanma davası dilekçeleri ile rahatlıkla dava açabilirsiniz. Bu işlem için herhangi bir şekilde başka bir belge gerekmez.


izmir-gayrimenkul-avukati.jpg
29/Kas/2022

 

Hakaret Davası Nasıl Açılır? Gün içerisinde birçok kişi hakarete uğramakta ve bunun akabinde de mahkemelere başvurarak hakaret eden kişilere karşı davalar açmaktadır. Bu sıklıkla karşılaşılan ve bir suç tipi haline gelen hakaret suçu, kanunlar nezdinde oluşturulan bir madde ve Şerefe Karşı Suçlar adı altında değerlendirilerek hüküm altına girmektedir. Genel olarak hakaret suçu kapsamında olmayan ama kanun kapsamında bulunan Cumhurbaşkanı’na karşı hakaret ve kişinin hatırasına yönelik hakaretler gibi özel nitelikler dahilinde hazırlanan hakaret suçları da bu hakaret davası kapsamında yer almaktadır.

Hakaret davası açmak isteyen kişiler, hakarete uğradıktan sonraki 6 ay içerisinde mahkemeye giderek başvurmak zorundadır. İzmir avukat hizmetleri, size bu kapsamda neler yapmanızı aktaracak olan profesyonel bir avukat hizmetidir. Bu suç kapsamında hakaret edilerek mağdur olan kişiler, Cumhuriyet savcılığı üzerinden suç duyurusunda bulunabilmektedir. Kısa süren bir işlem olan bu başvurma süreci, direkt olarak kişiler tarafından ya da avukatlar yardımı ile de yapılabilir. Bu, tamamen başvuruyu yapacak olan kişinin kararına göre şekil alır. Ancak unutmayın ki bir avukattan yardım alınarak açılan davalar her zaman çok daha planlı ve hukuk nezdinde ilerler.

 

Hakaret Suçu Nedir?

Hakaret suçu, TCK 125.maddede bulunan bir suç tipidir. Bu suç kapsamında bir kişinin başka bir kişiye onur, şeref ve saygınlık bazında rencide etme özelliğine sahip hakaretlerde bulunması gerekir. Bunun yanında, somut bir fiil işlemek, bir olguyu isnat etmek ve de sövmek de yine hakaret davası açabilme durumlarındandır.

Tahkir suçu olarak adlandırılan suç tipleri, hakaret suçlarını da içerisine alan bir sistemdir. Özel tahkir suçu adı verilen sistemler de mevcuttur. Bunlar, kişilere ait olan şerefleri korumaktan ziyade direkt olarak hukuki değerlerimizi koruyan suç tipleridir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Cumhurbaşkanı’na hakaretlerde bulunmak
  • Devlete ait olan egemenlik olgusuna hakaretlerde bulunma ve aşağılama
  • Türk milletine mensup insanları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve bu devlet kurumlarını ve içerisinde yer alan organları aşağılama ve hakaret etme
  • Yabancı devletlere ait olan bayraklara karşı aşağılayıcı sözlerde bulunma ve hakaret etme

Hakaret suçu olarak adlandırılan suçlar, yalnızca 125. madde dahilinde değerlendirme yapılan suçlar değildir. TCK’nın ikinci kısmında, bu suçlara ve diğer aşamalara yönelik düzenlemeler yer almaktadır.

Hakaret suçu, ülkemizde sıklıkla işlenen ve mahkemelerce yoğun olarak görülen bir suç tipidir. Bu işlenen suç tiplerini şu şekilde açıklayabiliriz:

  • Sövme Sebebi ile İşlenen Hakaret Suçları:

Günümüzde yoğun olarak rastlanılan hakaret suçlarındandır. Sövme işlemi genel olarak ağızdan yapılsa da sadece bu kısımda düşünülmez. Kişilerin el hareketi yapması, resim çizerek hakaret etmesi ve yazı ile sövgüde bulunması gibi daha birçok çeşit bulunmaktadır. Bunlar üzerinde kişiye yapılan sövgüler sonrasında direkt olarak mahkemeye başvurularak hakaret davası açılabilir.

  • Somut Olarak İşlenen Bir Fiil ya da Olgu İstinadı ile İşlenen Hakaret Suçları:

Bu hakaret suçları kapsamında yer, zaman ve mekan faktörleri önem arz etmektedir. Bu sebepten dolayı da bu faktörler belirtilir ve kişilere somut olarak bir fiil ya da olgu isnat edilmesi ile beraber bu olgunun kişinin bazı değerlerine, onur, şeref ve haysiyetine yönelik bir hakaret niteliği taşıması ile beraber hakaret davaları açılabilmektedir. İzmir gayrimenkul avukatı, hakaret davaları içerisinde geçen sebeplerde sizleri çok daha detaylı bir şekilde bilgilendirebilecektir. Bu davalar hakkında bir avukat ile çalışmanız sizler için çok daha doğru bir tercih olacaktır.

Hakaret Davası Nasıl Açılır?
Hakaret Davası Nasıl Açılır?

 

Sövme Sebebi ile Hakaret Suçu

Sövme sebebinden dolayı ülkemiz içerisinde birçok hakaret davası açılmaktadır. İnsanlar, bu davalar ve cezaları hakkında yeterince bilgiye sahip olmadıkları için sövme konusunda da hiçbir çekinceye girmezler. Ancak kanunlarımızda bu hakaret suçlarına yönelik maddi ve manevi olarak büyük zararlar vardır. Kişilerin hiçbir kimseye hakaret etmemesi ve bu zorlu süreçlerden kaçınması gerekir.

Sövme suçu, direkt olarak ağızdan edilen bir suç gibi anlaşılsa da daha birçok farklı yöntemi bulunmaktadır. Genel olarak ağızdan edilen sövgüler sebebi ile davalar açılmış olsa da, el hareketi çekmek ve resim yolu ile sövgüde bulunmak ve yazarak sövgü gibi hakaretlerde bulunmak da bu kapsamın içerisine girmektedir. Eğer bir kişiye mesaj yolu ile ya da farklı bir şekilde yazarak hakaret ediyorsanız, bu kişi sizi rahatlıkla mahkemeye verebilir. Bu durum ise sizler için büyük zararları ortaya çıkartacaktır. İzmir ceza avukatı, bu konu hakkında cezalar ve sebepleri ile ilgili geniş kapsamlı bir bilgi birikimine sahiptir.

Günümüzde bir avukattan yardım almak, dava içerisinde kendi lehinize önlemler almak için mükemmel bir yöntemdir. Kanunları ve hukuk sistemini bilen avukatınız, size ne yapmanız gerektiği hakkında bilgiler aktaracak ve dava süresince her zaman yanınızda olacaktır. Bu sayede davayı kendi lehinize çekmeniz için birçok fırsat ortaya çıkar.

 

Hakaret Suçu Nasıl İspat Edilir?

Hakaret Davası Nasıl Açılır? Hakaret suçunun geçmiş zamanlarda ispat edilebilmesi çok zordu. Yalnızca bir kişinin ağzından şahitlik alınabildiği için güvenilirlik oranı da fazlasıyla azdı. Ancak geldiğimiz bu günlerde e-posta, SMS, Whatsapp ve daha birçok alanda bu hakaret suçlarına denk gelebiliyoruz. Bunların arasında yer alan güvenlik kamerası ise, en çok karşılaşılan tespit ve ispat aşamalarındandır. Bunların yanında, size edilen hakaretler sırasında yanınızda bulunan kişiyi de yine şahit olarak mahkeme sürecine dahil edebilirsiniz.

Karşıdaki kişinin herhangi bir rızası bulunmadığı halde ses kaydının alınmış olması, özel olarak değerlendirilerek karar verilmesi gereken bir durumdur. Normalde kabul edilmeyen bu ispat şekilleri, belirli tartışmalar ve analizler sonrasında uygun görülürse eğer mahkemeye delil olarak da sunulabilmektedir. Bunlar, öğretilerde ve de yüksek mahkemelerde tartışılarak karara alınmaktadır. Bu alanlar üzerinde ses kaydı kabul görmeyerek delil sayılmayabilir. Bu sebepten dolayı size edilen hakaretler doğrultusunda ses kaydı almak yerine farklı bir yöntem ile ispat aşamasını deneyebilirsiniz. Özellikle de sosyal medyalar üzerinde yapılan hakaretler büyük bir delil aşaması sunmaktadır.

 

Hakaret Suçunun Cezası Nedir?

Avukat İzmir, hakaret suçları kapsamında yapılacak olan tüm değerlendirmelere hakim olan bir avukattır. Bu kapsamda cezalandırmalar için de yine bu adresten bilgi alabilirsiniz.

Hakaret suçu işleyen kişiler, 3 aydan başlayarak yaklaşık olarak 2 yıla kadar cezai işleme çarptırılabilmektedir. Bunların tamamı, kanun üzerinde belirtilerek hüküm altına alınan kararlardır. Ancak bu cezai işlemler sırasında suçun o anki niteliğine göre artırılma ya da düşürülme durumları da yaşanabilmektedir. Sövgü içerisinde yapılan hakaretler sırasında, kişilerin etmiş oldukları küfürler ve hakaretler farklı bir boyuta ulaşırsa mahkemede de yine aynı şekilde değerlendirilmektedir. Bu durumlara göre kişilerin alacağı ceza kapsamı büyütülür ya da daha da küçültülerek az bir ceza alması sağlanır.

Eğer bir kamu görevlisine karşı bir hakaret suçu işliyorsanız, geniş kapsamlı bir hakaret suçlamasından geçeceğinizi unutmayın. Özellikle de Cumhurbaşkanı’na edilen hakaretlerde yüksek cezalar tercih edilir. Bunun yanında, işlenen hakaret suçunun direkt olarak herkese açık olan bir ortamda işlenmesi de yine cezai zamanın kapsamını sağlamaktadır.

Bu gibi durumlar yaşarsanız eğer, bilgi sahibi avukatlar ile çalışarak tüm detayları basit bir şekilde tamamlayabilirsiniz.


malpraktis-davalari-1.jpg
27/Kas/2022

Malpraktis Davaları

Malpraktis davaları, günümüzde öneminin arttığı bir kavramdır. Bu kavram yalnızca ülkemiz bazında değil genel olarak tüm Dünya ülkelerinde önem kazanmaktadır. İçerisine tıp, hukuk ve ekonomi gibi birçok farklı alanın girdiği malpraktis davaları, bu farklı alanların var olması sebebi ile çözülmesi zor bir süreç aşamasına sahiptir. İnsanlar için büyük bir öneme sahip olduğu için neredeyse her gün basın manşetlerinde de kendisine yer bulmakta olup, çalışan kişiler tarafından sıklıkla takip edilmektedir.

Malpraktis davalarının ne olduğuna dair en açıklayıcı kavram “doktor hataları” kavramıdır. Bu hatalar sonrasında kişiler tazminat davası açabilmekte ve aldıkları zararın karşısında maddi bir beklenti haline girebilmektedir.

 

Malpraktis Davaları Nedir?

Malpraktis davaları, tıbbi tedavi yöntemlerine uymayarak hareket eden doktorlara karşı açılır. Bu uygulamalara uymayan doktorlar, kötü bir tedavi yöntemi sonrasında kişilerin sağlık açısından zarar almasına sebep olabilmektedir. Doktorların bu zarar veren tedavi uygulamaları, şu şekilde karşımıza çıkmaktadır:

  • Hasta üzerinde teşhis yapılırken açık bir şekilde hata yapılarak teşhis işleminin gerçekleşmesi
  • Hasta üzerinde uygulanacak olan tıbbi tedavinin direkt olarak hatalı, eksik ya da yanlış bir şekilde uygulanması
  • Doktor tarafından tedavi uygulandıktan sonra hasta üzerinde yeterli seviyede bir muayenenin ve bakımın gerçekleştirilmemiş olması

Yukarıda bahsedilen faktörler dahilinde, hekim yanlış bir müdahale ve tedavi aşaması geçirdiği için hastalara ve hasta yakınlarına dava açabilme hakkı doğmuştur. Bu davalar hasta üzerinde oluşan zararın tazmini ve cezai boyutlar olarak farklılık gösterebilir. Bu aşamada tıbbi standart denen ölçütüm belirlenebilmesi için doktorun çalışma alanı, zamanı ve o belirlenen standartlar ölçütünde tedavi edip edememesi dikkate alınacaktır. Bu faktörler kapsamında tam net bir karar verilebilmesi için Yargıtay’ın bu ölçütleri tespit ederek incelemesi gerekir.

Yapılan bu müdahaleler ile ortaya çıkan zararlarda, hasta ve hasta yakınlarının kullanabilecek olduğu bir tazminat hakkı da ortaya çıkmaktadır. Eğer bu müdahaleler sonrasında hasta ölmemiş ve yaşıyor ise tazminat direkt olarak hastaya verilir. Ancak hasta bu müdahaleler sonrasında hayatını kaybetmiş ise tazminat hakkı hastanın yakınlarına tanınmaktadır. İzmir avukat, sizleri bu konuda çok daha iyi bilgilendirerek yardımcı olacak bir avukatlıktır.

Günümüzde iki farklı tazminat şekli geçerli olup onlarda şu şekilde karşımıza çıkar:

  • Maddi Tazminat Hakkı: Doktorlar tarafından yapılan yanlış tedavi uygulamaları sonucunda hastalar zarar alabilmektedir. Alınan bu zararlar sonucunda ise hastalara maddi tazminat hakkı doğar. Maddi tazminat geçerli olursa eğer, bu tazminatta hastaya yapılan yanlış yönlü müdahaleler sonucunda ortaya çıkan maddi zararın tazmini verilir. Bir örnek vermek gerekirse eğer; hasta yapılan müdahale sonucunda tekrardan bir ameliyat olmak durumunda kalır ya da tamamıyla bir sakatlık yaşarsa, bu durumların sonucu olarak hastalara maddi tazminat ödenmektedir. Bu tazminat bedeli, kanunlar tarafından belirlenmekte olup kişilerin aldıkları zarara göre oluşturulmaktadır.
  • Manevi Tazminat Hakkı: Hastanın yanlış müdahaleler sonucunda manevi değerleri üzerinde ya da kişisel özelliklerinde bir kayıp yaşanırsa eğer, bu kayıpların ödenmesi için manevi tazminat hakkı ortaya çıkmaktadır. Bu hakka sahip olabilmek için hastalarda şu gibi durumların görülebilmesi beklenmektedir:
  • Müdahale yapılan hastanın toplum içerisinde ön planda kalamayarak yalnızca geri planda hareket ediyor olması
  • Hastanın yaşama isteği üzerinde bariz bir şekilde belli olan azalmaların gerçekleşmesi
  • Hasta üzerinde uygulanan tedaviler sonrasında hastanın çekmiş olduğu acılar

Bu ve benzeri belirlemeler sonrasında manevi tazminat hakkı doğmaktadır. Maddi tazminata göre çok daha zor aşamalardan geçerek belirlenen manevi tazminat hakkı, sosyal ve ekonomik faktörlerinde dikkate alınarak belirlendiği bir tazminat türüdür. Hakimin bu gibi davalarda değerlendirmede bulunurken çok dikkatli bir şekilde inceleme yapması gerekir.

Malpraktis adı verilen durumlar yaşandıktan sonra, konu ile ilgilenilmesi için devlet tarafından bir bilirkişi atanır. Bu davalar içerisine atanan bilirkişiler, genel olarak bu alan üzerine bir bölüm okumuş olan kişilerdir. Bu davalar içerisinde genel olarak dosyalar adli tıp kurumlarına gönderilir.

Malpraktis durumları sonrasında tazminat dava açılabilmesine sebep olan durumlar şu şekilde detaylandırılabilir:

  • Hasta üzerinde teşhis yapılırken açık bir şekilde hata yapılarak teşhis işleminin gerçekleşmesi:

Hukuk alanı içerisinde, doktorların hastalara karşı nasıl bir muayene yapılacağına dair bir kanun ve düzenleme yoktur. Bu durumlar içerisinde doktorlar hastalarını doğru bir şekilde muayene etmeli ve gereken tüm tedavileri uygulamalıdır. Bunları yaparken ise uyulması gereken tek alan tıp bilimi alanıdır.

Doktorlar, bu gibi alanlar üzerinde bir hata yapıyorlarsa eğer, bu hatalar direkt olarak teşhis hatası olarak adlandırılır. Hekimler bu çerçevede kesinlikle doğru bir teşhis yapma zorunluluğuna sahip değildir. Ancak teşhis yaparken elinde bulunan ve tıp biliminin gerekliliklerine uygun bir şekilde teşhis yapması gerekir. Hastanın mevcut durumu içerisinde değişiklikler yaşanabileceğinden dolayı bu teşhis sonucunun yanlış gerçekleşiyor olabilme durumları vardır. Örnek vermek gerekirse eğer, checkup yaptıran ve sağlam olan bir kişinin, ertesi gün herhangi bir hastalık sonucunda ölmesinde doktorun herhangi bir suçu yoktur ve bu sebepten dolayı da doktora ait bir sorumluluktan bahsedilemez. Bu durumlar sonucunda, teşhis sırasında yapılan hataların var olup olmadığı, gerekli incelemeler sonrasında belirlenmekte olup her hastanın farklı bir analiz aşaması bulunmaktadır.

Hekim, incelemeler sonucunda bir teşhis koyar ve tedaviye başlar ise, bu tedavinin sonuçlarını da kontrol etmek zorundadır. Eğer tedavi cevap vermez ise tekrar bir muayene gerçekleştirerek başka ihtimallerin gerçekleşebilmesi durumunu kontrol etmek doktorun sorumluluğu altındadır. Bu araştırma durumunu yapmayan sorumluluk altına girdiği için suç altına girebilmektedir. Avukat İzmir, sizlere bu aşamalar hakkında yardımcı olacak olan uzman bir avukattır. Konu hakkında yardım ve bilgi almak için iletişime geçebilirsiniz.

Malpraktis Davaları Zamanaşımı

İzmir gayrimenkul avukatı, bu konular hakkında uzman olup tüm aşamalar hakkında bilgi sahibi olmaktadır. Malpraktis davaları, uygulanan kötü tedaviler ve fiiller sonrasında özel hastanelere ya da hekimlere karşı açılabilen davalardır. Bu davalar içerisinde zarar gören hastanın oluşan zararı ve tazminat durumunu öğrenmesi ile beraber 2 yıl, her durum içerisinde tedavinin işlendiği zamandan başlayarak 10 yıl geçmesi dahilinde zaman aşımına uğramaktadır. Bunun yanında, tazminat ceza kanunları ile adlandırılan kanunlarda daha uzun bir şekilde zamanaşımı düşündürecek cezayı gerektiren bir tedaviden doğmuşsa “ceza davası zamanaşımı” adı verilen hükümler yürürlüğe girmektedir.

Vekalet sözleşmesi adı verilen sözleşmelerde, özel hastane ve hekimlere karşı tüketici mahkemeleri içerisinde açılan tazminat davalarında farklı bir zamanaşımı süresi mevcuttur. Bu zaman aşımı süresi, 5 yıl olarak karşımıza çıkar. Bunun yanında, eser sözleşmesine dayalı açılan davalarda da zamanaşımı yine 5 sene olarak kararlaştırılmıştır.

Tıbbi müdahale gerçekleşmeden önce müdahale edilecek hastadan alınması gereken izinler alınmadan vekaletsiz olarak iş görme sebebi ile açılan davalarda, zamanaşımı süresi on yıl olarak belirlenmiştir.

Bu zamanaşımı süreçlerine bakarak açacak olduğunuz davaları kontrol edebilirsiniz. Bu durumlar, yukarıda belirtildiği gibi kendi aralarında farklı şekillerde oluşabilmektedir. Bu sebepten dolayı daha iyi bir şekilde hareket edebilmek için işinde deneyim sahibi olan bir avukattan yardım almak sizler için çok daha iyi bir seçenek olacaktır.


taskin-yapiya-dayali-tapu-iptal-ve-tescil-davasi-1.jpg
04/Eki/2022

Taşkın Yapıya Dayalı Tapu İptal ve Tescil Davası, v bir arsa üzerindeki yapılar, kural olarak o arsanın sahibine aittir. Ancak bu durumun istisnaları vardır. Bu istisnalardan en önemlileri taşkın yapılar ve haksız yapılardır. Uygulamada sıkça taşkın yapı ve haksız yapı birbirine karıştırılsa da ikisi farklı kavramlar olup, sahiplerine tanıdığı haklar da farklıdır. Haksız yapı kısaca başkasının arsası üzerine yapı yapılması durumudur. Taşkın yapı ise bir kimsenin kendi arsası üzerindeki yapının komşu arsaya taşmasıdır. Bu yazımızda taşkın yapıları ve bu yapılara bağlı hak talebinde bulunabilmenin şartlarını ele alacağız.

Taşkın Yapı Sahibinin Hakları

Yukarıda da belirttiğimiz gibi arsaların üzerindeki yapılar, arsanın bütünleyici parçası niteliğinde olup, kural olarak arsa sahibine aittir. Ancak taşkın yapı, bu kuralın istisnalarından biridir. Kanun taşkın yapı sahibine kanunda öngörülen şartların sağlanması durumunda yapının komşu arsaya taşan kısmı için komşu arsanın mülkiyetini talep etme hakkı veya lehine irtifak hakkı(kullanma ve yararlanma hakkı) talep etme imkanı tanımıştır.

Burada yapıdan kasıt yalnız bina olarak anlaşılmamalıdır. Su tesisatı, elektrik tesisatı veya komşu araziye taşan bir balkon da taşkın yapıyı oluşturur. Yeter ki sürekli, kalıcı olsun ve ana taşınmaz ile bir bütünlük teşkil etsin.

Taşkın yapılara ilişkin düzenleme Türk Medeni Kanunu’nun 725. Maddesinde yapılmıştır.  Maddeye göre;

“Bir yapının başkasına ait araziye taşırılan kısmı, eğer yapıyı yapan malik taşırılan arazi üzerinde bir irtifak hakkına sahip bulunuyorsa, ona ait taşınmazın bütünleyici parçası olur.

Böyle bir irtifak hakkı yoksa, zarar gören malik taşmayı öğrendiği tarihten başlayarak onbeş gün içinde itiraz etmediği, aynı zamanda durum ve koşullar da haklı gösterdiği takdirde, taşkın yapıyı iyiniyetle yapan kimse, uygun bir bedel karşılığında taşan kısım için bir irtifak hakkı kurulmasını veya bu kısmın bulunduğu arazi parçasının mülkiyetinin kendisine devredilmesini isteyebilir.”

Taşkın Yapıya Dayalı Tapu İptal ve Tescil Davası
Taşkın Yapıya Dayalı Tapu İptal ve Tescil Davası

Aşağıda detaylı olarak inceleyeceğimiz taşkın yapının şartları sağlandığı takdirde kanun taşkın yapı sahibine 2 hak tanımıştır. Taşkın yapı sahibi; yapının taştığı kısım kadar bedel karşılığında komşu arsanın mülkiyetinin kendisine devrini talep edebilir veya yine bedel karşılığında komşu arsanın üzerinde kendi lehine irtifak hakkı kurulmasını talep edebilir.

Taşkın Yapıya Bağlı Hak Talebinde Bulunmanın Şartları

Taşkın yapı olabilmesi için öncelikle komşu iki arsa olmalı ve bir arsada yapılan yapı, diğer arsaya taşmış olmalıdır. Komşu arsa sahipleri, taşkın yapının inşası konusunda anlaşmış olabileceği gibi, taraflar arasında bir anlaşma olmayabilir de. Eğer taraflar arasında taşkın yapının, komşu arsaya taşması yönünde bir anlaşma varsa taşan kısım da ana yapının bütünleyici parçası olur. Taraflar arasındaki bu anlaşma irtifak hakkı kurulması şeklinde olabileceği gibi taşkın yapıya katlanma taahhüdü şeklinde de olabilir. Her ikisinin de tapu memurunun önünde yapılıp, tapu kütüğüne şerh verdirilmesi gerekmektedir.

Taraflar arasında yapının komşu arsaya taşması yönünde bir anlaşma yok ise taşkın yapı sahibinin arsanın mülkiyetinin devrini veya irtifak hakkı tesisini isteyebilmesi için 4 koşul gereklidir :

  1. Arazi sahibinin 15 gün içerisinde itiraz etmemiş olması
  2. Taşkın yapıyı yapanın iyiniyetli olması
  3. Durum ve koşulların elverişli bulunması
  4. Uygun bir bedel ödenmesi

Bu şartların hepsinin birlikte bulunması gerekmektedir. Şartlardan birisi bile bulunmadığı takdirde komşu arsa sahibinin, taşkın yapıya katlanma yükümlülüğü doğmaz. Şimdi bu şartların hepsini tek tek inceleyelim.

  1. Komşu arsa sahibinin 15 gün içinde itiraz etmemesi

Taşkın yapının taştığı komşu arsa sahibi, 15 gün içinde taşkın yapıya itiraz etmişse artık taşkın yapı sahibinin iyiniyetli olduğundan söz etmek mümkün olmayacaktır. Kural olarak itiraz belli bir şekil şartına bağlı değildir, ancak yazılı olarak yapılmış olması ispat kolaylığı sağlayacaktır.

Yargıtay kararları gereğince 15 günlük itiraz süresi, taşkın yapının görünür olmaya başladığı tarihten itibaren başlayacaktır.

Bu 15 günlük süre, komşu arsa sahibi bakımından hak düşürücü süre değildir. Bu 15 günlük süre geçmiş olmasına rağmen, komşu arsa sahibi, arsasına taşan yapı bakımından el atmanın önlenmesi ve ecrimisil davası açabilir.

  1. Taşkın yapıyı yapanın iyiniyetli olması

İyiniyetten kasıt; taşkın yapıyı yapan kişinin, taşkın yapının taştığı arsanın başkasının malı olduğunu bilmemesi veya tüm dikkat ve özeni göstermesine rağmen bilebilecek durumda olmamasıdır. Eğer yapı sahibi, yapının taştığı kısmının başkasının malı olduğunu biliyor ise komşu arsa sahibi itiraz etmemiş olsa bile hak talebinde bulunamaz. Mahkeme, somut olayda iyiniyetin varlığını re’sen yani kendiliğinden araştırır.

Yargıtay’ın yerleşmiş kararlarına göre imarlı ve çaplı arazilerde, taşkın yapının sahibi iyiniyetli kabul edilmemektedir. Zira imar ve çap durumundan mülkiyet sınırlarını görülebileceğinden, iyi niyet iddiasında bulunamaz. Ancak yine de somut durumun özellikleri değerlendirilmelidir. Örneğin; yapı meydana getirilirken çap ve imar durumuna uygun hareket eden, ancak sonrasında yapılan kadastro çalışması nedeniyle arazi sınırları değişmesi halinde yapı sahibi iyiniyetli kabul edilecektir.

  1. Durum ve koşulların elverişli olması

Tarafların çıkarları arasında aşırı bir orantısızlık bulunmamalıdır. Taşkın inşaatın yıkılması ile inşaat sahibinin uğrayacağı zarar ile yıkılmaması ile komşu arsa sahibinin uğrayacağı zarar karşılaştırılmalıdır.  Örneğin taşkın yapının büyüklüğü ve değeri çok fazla değil ise komşu arsanın mülkiyetini talep etmektense taşkın yapının yıkılması daha hakkaniyetli olacaktır.

  1. Taşkın yapının zeminindeki arazi parçasının ana taşınmazdan ifrazının mümkün olması

İmar mevzuatı kapsamında taşınmazların ifrazı(ayrılması) veya üzerinde irtifak hakkı kurulması uygun olmalıdır.

Taşkın Yapıya Bağlı Haklara İlişkin Dava Yolu

Taşkın yapı sahibi, kanunda kendisine tanınmış hakları kullanmak için ayrı bir dava açabileceği gibi, kendisine karşı açılmış ecrimisil ve yapının kal’i(sökülmesi) davasında da bu hakları defi ve itiraz olarak öne sürebilir. Yani kendisine karşı açılmış bir davada da komşu arsanın mülkiyetini veya lehine irtifak hakkı kurulmasını talep edebilir. Böyle bir durumda mahkemece hem taşkın yapı sahibinin tescil talebi, hem de komşu arsa sahibinin talepleri bakımından inceleme yapılacaktır.


kadastroya-iliskin-itirazlar-2-1200x600.jpg
16/Eyl/2022

Kadastroya İlişkin İtirazlar , Kadastro, bir yerin sınırlarının belirlenmesidir. Hak sahiplerine yapılan kadastro çalışmalarına dayanarak tapu senedi verilir.  Bu sebeple mülkiyet hakkının korunması bakımından oldukça önemlidir. Hatalı yapılan kadastro çalışmaları sebebiyle, vatandaşların taşınmazlarının sınırlarının değiştiği ve çeşitli mağduriyetler doğmaktadır. Bu yazımızda kadastroya ilişkin itiraz ve dava süreçleriyle ilgili detaylı bilgi vereceğiz.

Kadastroya İlişkin itiraz Süreçleri  

Kadastro çalışmalarına ilişkin; kadastroya çalışma alanına, kadastro tespitine ve kadastro tutanaklarına itiraz edilebilir.

Kadastro çalışma alanına karşı itiraz adı üzerinde kadastro çalışması yapılacak bölgeye itiraz edilmesidir. Bu itiraz 7 gün içerisinde kadastro müdürlüğüne yapılır. Kadastro müdürü 7 gün içerisinde itirazı karara bağlar. Kadastro müdürlüğünün kararına karşı da yine 7 gün içerisinde kadastro mahkemesine başvurmak mümkündür. Kadastro mahkemesinin vereceği karar kesindir.

Kadastro tespitine itiraz ise henüz kadastro çalışmaları sürerken yapılan itirazdır. Kadastro tutanağı düzenlendikten sonra kadastro ekipleri, işlerini bitirinceye kadar kadastro müdürlüğüne itiraz edilebilir. Ancak itirazın mutlaka belgeye dayandırılması gerekmektedir. Belgeye dayanmayan itirazlar kabul edilmez.

Kadastro tutanaklarına itiraz ise kadastro tespitleri ilana çıkarıldıktan sonra yapılır. Kadastro çalışması tamamlandıktan sonra kadastro tutanakları 30 gün boyunca kadastro müdürlüğünde ve kadastro yapılan yerin muhtarlığında ilan edilir. İlan ile ilgililere tebliğ edilmiş sayılır. İlan edilen kadastro tutanaklarına karşı itirazı olanlar 30 gün içerisinde mutlaka kadastro mahkemesinde dava açmalıdır.

30 gün içerisinde dava açılmadığı takdirde kadastro tutanakları kesinleşir. Kesinleşen kadastro tutanakları 3 ay içerisinde tapuya kaydettirilir.

Kadastro çalışma alanı içerisinde kalan eski tapu kayıtları, işleme tabi olma özelliklerini kaybederler. Yani artık bu tapu kayıtlarına dayanarak işlem yapılamaz.

Kadastroya ilişkin yapılacak itirazlar için sınırlı süreler ve farklı usuller öngörüldüğünden sürecin uzman bir avukat eşliğinde yürütülmesinde büyük fayda vardır.

Kadastro Tespitine Karşı Kadastro Mahkemesinde Dava Açılması

Yukarıda da belirttiğimiz gibi kadastro tutanaklarının ilan edilmesinden sonra 30 gün içerisinde yapılan kadastro tespitlerine ilişkin itirazlarımızı kadastro mahkemesinde dava yoluyla öne sürebiliyoruz. Genelde arazilerin yanlış ölçüldüğü ve mülkiyet hakkı ihlallerine dayanarak itiraz davaları açılmaktadır.

Bu davalarda kadastro tespitini yapan idarenin davalı olarak gösterilmesi gerekmektedir.

Peki kadastro mahkemesine dava açmak için 30 günlük süre kaçırıldığı takdirde ne olacaktır?

Böyle bir durumda kadastro tespiti kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl içerisinde asliye hukuk mahkemesinde dava açmak mümkündür.

 

Kadastro Tespitine Dayanan Tapu İptal ve Tescil Davası

Kadastro mahkemesine dava açmak için 30 günlük süre kaçırıldığı takdirde kadastro tespitinin kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl içerisinde asliye hukuk mahkemesinde tapu iptal ve tescil davası açmak mümkündür. Bu davanın konusu kadastro  tespitine itiraz olmayıp, kadastro tespiti sonucu yapılan tapu kaydının iptal edilmesidir. Dolayısıyla bu davanın davalısı artık kadastro çalışmasını yapan idare değil, tapu kaydında gözüken hak sahibidir.

Tapu Kadastro Davalarında Hak Düşürücü Süre

Tapu kadastro davalarında hak düşürücü süre, kadastro tutanaklarının ilan edildiği tarihten itibaren 10 yıldır. Bu süre hak düşürücü süre olduğundan, 10 yıl içinde kullanılmayan dava hakkı düşmüş olacaktır. 10 yıldan sonra kadastro kayıtlarına dayanarak dava açmak mümkün olmayacaktır.

10 Yıllık Hak Düşürücü Sürenin İstisnası Var Mıdır?

Tapu kadastro davalarında 10 yıllık hak düşürücü sürenin 2 önemli istisnası vardır:

Bu istisnalardan birincisi; eğer dava açmaya hakkı olan kişi 10 yıl dolmadan vefat etmiş ise mirasçıları, 10 yıllık hak düşürücü süre engeline takılmadan tapu iptal ve tescil davası açabilirler.

İkinci önemli istisna ise daha evvel kadastro çalışması yapılmış yerlerle ilgilidir. Kadastro Kanunu gereği önceden kadastro ve tapulaması yapılmış yerlerin 2. Defa kadastroları yapılamaz. Yapılan bu 2. Kadastro çalışması hükümsüzdür. Dolayısıyla bir yerin, yapılan 2. Kadastro çalışması ile mülkiyetinin değiştiği durumlarda yolsuz tescil olacaktır. Yolsuz tescile karşı her zaman dava açmak mümkündür.


KATILMA.jpg
01/Eki/2021

Boşanmada Mal Paylaşımı

Önceki yazımızda evlilikteki mal rejimleri ve mal rejiminin tasfiyesi hakkında genel bilgiler vermiştik. Bu yazımızda mal rejimi davalarında en sık sorulan sorulara yanıt vereceğiz.

Eşimin çok borcu var, mallarımızı evlilik devam ayırabilir miyiz? (Olağanüstü Mal Rejimi)

Evlilik devam ederken eşler, noterde düzenleme veya onaylama şeklinde mal ayrılığına geçiş sözleşmesi yapabilmektedir. Bu sözleşme için her iki eşin de mal ayrılığı rejimine geçmeyi istemesi gerekmektedir.

Evlilik devam ederken mal ayrılığı rejimine geçmenin bir diğer yolu ise eşlerden birinin talebi ile hakim kararıyla olağanüstü mal rejimine geçiştir. Eşlerden biri, Kanunda öngörülen haklı sebeplerin varlığı halinde dava açarak evlilik devam ederken mal ayrılığı rejimine geçilmesini talep edebilir.

Kanunda öngörülen haklı sebepler ise şunlardır:

  • Diğer eşe ait malvarlığının borca batık veya ortaklıktaki payının haczedilmiş olması,
  • Diğer eşin, istemde bulunanın veya ortaklığın menfaatlerini tehlikeye düşürmüş olması,
  • Diğer eşin, ortaklığın malları üzerinde bir tasarruf işleminin yapılması için gereken rızasını haklı bir sebep olmadan esirgemesi,
  • Diğer eşin, istemde bulunan eşe malvarlığı, geliri, borçları veya ortaklık malları hakkında bilgi vermekten kaçınması,
  • Diğer eşin sürekli olarak ayırt etme gücünden yoksun olması.

Bu sebeplerin varlığı, açılacak davada ispatlandığı takdirde hakim, evlilik birliği içindeyken tarafların mal ayrılığı rejimine geçmesine karar verir. Ancak hakim tarafından mal ayrılığına geçiş talebi kabul edildiğinde; evliliğin başından itibaren değil, dava tarihinden itibaren geçerli olacaktır. Bu sebeple davanın açılma tarihi oldukça önem arz etmektedir.

Eşlerden birinin ölümü durumunda mal paylaşımı nasıl olur?

Eşlerden birinin ölümü halinde, mal rejiminin tasfiye tarihi ölüm tarihidir. Sağ kalan eş, hem yasal mirasçı olup, hem de katılma alacağı hakkına sahiptir. Böyle bir durumda öncelikle sağ kalan eşin katılma alacağı ödenmeli, sonrasında kalan mallar, yasal mirasçılar arasında paylaştırılmalıdır.

Boşanmada Mal Paylaşımı

Sağ kalan eşin katılma alacağı, aynı zamanda terekeye ait bir borçtur. Dolayısıyla sağ kalan eşin katılma alacağından, tüm mirasçılar kişisel olarak ve müteselsilen sorumludur. Yani sağ kalan eş, katılma alacağının ödenmesini bütün mirasçılardan talep edebilir.

Sağ kalan eş, aile konutunda oturmaya devam edebilir mi?

 Kanunda aile konutuna ayrıca önem atfedilmiş, aile konutu ile ilgili pek çok düzenleme yapılmıştır.

“Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz” (TMK m. 194/1).

 “Sağ kalan eş, eski yaşantısını devam ettirebilmesi için, ölen eşine ait olup birlikte yaşadıkları konut üzerinde kendisine katılma alacağına mahsup edilmek, yetmez ise bedel eklemek suretiyle intifa veya oturma hakkı tanınmasını isteyebilir; mal rejimi sözleşmesiyle kabul edilen başka düzenlemeler saklıdır” (TMK m. 240/1).

 “Haklı sebeplerin varlığı hâlinde, sağ kalan eşin veya ölen eşin yasal mirasçılarının istemiyle intifa veya oturma hakkı yerine, konut üzerinde mülkiyet hakkı tanınabilir” (TMK m. 240/3).

 “Eşlerden birinin ölümü hâlinde tereke malları arasında ev eşyası veya eşlerin birlikte yaşadıkları konut varsa; sağ kalan eş, bunlar üzerinde kendisine miras hakkına mahsuben mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilir” (TMK m. 652/1).

 “Haklı sebeplerin varlığı hâlinde, sağ kalan eşin veya mirasbırakanın diğer yasal mirasçılarından birinin istemi üzerine, mülkiyet yerine intifa veya oturma hakkı tanınmasına da karar verilebilir” (TMK m. 652/2).

 Aile konutu taşınmazın, aile konutu niteliği sağ kalan eş bakımından eşinin ölümünden sonra da devam etmektedir. Yasanın amacı sağ kalan eşin eski yaşantısını devam ettirmesini sağlamaktır. Yargıtay pek çok kararında, katılma alacağına mahsuben, yetmezse ilave bedel ödenmesi suretiyle aile konutunun sağ kalan eş üzerine tescil edilmesine karar vermiştir.

Geliri olmayan eşin, malların paylaşılması durumunda yasal bir hakkı var mıdır?

2002 öncesi dönemde geliri olmayan eşlerin, evlilikte edinilen malların değeri üzerinden bir alacak hakkı bulunmamaktaydı. Ancak 2002 sonrası dönemde geliri ve malların edinilmesine maddi katkısı olmasa dahi eşin katılma alacağı hakkı bulunmakta, edinilmiş mallar yarı yarıya paylaşılmaktadır.

Boşanmada Mal Paylaşımı

Anlaşmalı boşanma davasında mal paylaşımı nasıl yapılır?

 Anlaşmalı boşanma davalarında tarafların, mal rejiminin tasfiyesi için ayrıca dava açmalarına gerek yoktur. Boşanma protokolünde, kendi özgür irade ve arzularıyla mal paylaşımını yapabilirler. Edindikleri malları yarı yarıya paylaşacakları gibi, belli oranlara göre de paylaşabilirler. Hatta bir eş tamamen katılma alacağı hakkından feragat de edebilir. Ancak bu beyanların, açık ve net olarak ortaya koyulması gerekmektedir. Muğlak ifadeler olduğu takdirde, feragat edildiği anlamına gelmez. Bu sebeple boşanma protokollerinin büyük titizlik içerisinde, özenle hazırlanması gerekmektedir.

Boşanma protokolünün içinde malların paylaşımına ilişkin bir madde olmadığı takdirde; anlaşmalı boşanma kararının kesinleşmesinden sonra 10 yıl içinde mal rejiminin tasfiyesi için dava açılabilir.

Aldatma(zina) durumunda mal paylaşımı nasıl yapılır?

 Evliliğin zina(aldatma) sebebiyle sona erdiği durumlarda; kusurlu olan eşin, katılma alacağı hakkı tamamen ortadan kaldırılabilir veya hakkaniyete uygun olarak azaltılabilir. Yani aldatan eşin, diğer eşin üzerine kayıtlı bulunan ve evlilik birliği içerisinde edinilen mallardaki alacak hakkı tamamen ortadan kaldırılabilir veya hakkaniyet ölçüsünde azaltılabilir.

Ev eşyaları nasıl paylaşılır?

 Boşanma aşamasındaki taraflar arasında en sık yaşanan tartışmalardan biri de ev eşyalarının nasıl paylaşılacağıdır. Taraflarca alınmış mobilya, beyaz eşya, çeyiz gibi eşyaların bölüşümü konusunda uygulamada sıkıntılar yaşanmaktadır.

Evlilik öncesinde bir eş tarafından alınmış mallar, o eşin kişisel malı sayılır ve paylaşıma tabi değildir. Ancak o malın evlilik öncesi alındığının fatura veya benzeri belge ile ispatlanması gerekmektedir. Aksi halde kişisel mal olduğu ispatlanamayan tüm mallar, edinilmiş mal hükmündedir ve paylaşıma dahildir.

Bir diğer önemli nokta ise bir mal evlilikten önce alınmış, ama ödemeleri evlilikte de devam etmiş olabilir. Artık bu mal, kişisel mal sayılamayacaktır. Ödemelerin evlilikte devam eden kısmı edinilmiş mal hükmündedir ve diğer eşin alacak hakkı bulunmaktadır.

Ziynet eşyaları nasıl paylaşılır?

Boşanmada Mal Paylaşımı’ nda ziynet eşyaları paylaşımı. Bu konu oldukça tartışılan ve merak edilen bir konudur. Yargıtay’ın son kararına göre kadına özgü ziynet eşyaları(bilezik, gerdanlık, küpe…), eşler arasında aksine bir anlaşma veya yerel bir adet bulunmadığı sürece kim tarafından, hangi eşe takılmış olursa olsun kadının kişisel malı sayılır. Dolayısıyla mal rejiminin tasfiyesine dahil değildir. Ancak erkeğe takılan ve kadına özgü nitelikte olmayan çeyrek altın, yarım altın gibi ziynetler eşyaları da erkeğin kişisel malı sayılır.

Keseye, sepete konulan, zarf içinde verilen ziynet eşyaları ise taraflar arasında yarı yarıya paylaşılır.

En sık karşılaştığımız durumlardan birisi; erkek tarafından maddi ihtiyaçlar doğrultusunda kadının bileziklerinin bozdurulmasıdır. Böyle bir durumda ziynetin, erkeğe geri verilmemek üzere verildiği(hibe edildiği) ispatlanamazsa erkek, ziynetin dava tarihindeki güncel değerini iade etmekle yükümlüdür.

Boşanmada Mal Paylaşımı

Krediyle alınan mallar nasıl paylaşılır?

 Ödemeleri evlilikten önce başlayan ve evlilikten önce sona eren mallar, satın alan eşin kişisel malı kabul edilir ve tasfiye kapsamına girmez. Evlilik birliği içerisinde alınan ve kredisi evlilik birliği içerisinde ödenen mallar, edinilmiş mal statüsündedir ve kredi ödemelerinin hangi eş tarafından yapıldığına bakılmaksızın yarı yarıya paylaşılır.

Kredi ödemesi evlilikten önce başlamış, evlilikte de devam etmiş ise böyle bir durumda eş, evlilikte ödenen kısmıyla orantılı olacak şekilde hak talep edebilir.

Evlilik içerisinde satın alınan ve boşanma davası açıldığı tarihte de kredi ödemesi devam eden bir mal söz konusu ise evlilikte ödenen kısım yarı yarıya paylaşılacaktır. Boşanma davasından sonra yapılan ödemeler ise ödeme yapan tarafın üstünde kalacaktır.

Bireysel emeklilik sigortası(BES) paylaşım kapsamında mıdır?

 Son dönemde artık birçok kişi bireysel emeklilik sigortası yaptırmakta ve aylık olarak sigorta primi ödemektedir. Bireysel emeklilik dahil, tüm sigorta primlerinin evlilik birliği içerisinde ödenen kısmında diğer eşin yasal alacak hakkı bulunmaktadır. Zira eşlerden biri adına dahi yapılmış olsa, bu birikimler edinilmiş mal kapsamında sayılmakta ve tasfiye kapsamına dahil edilmektedir.

Kooperatif üyeliğinden edinilen ev paylaşım kapsamında mıdır?

 Burada da yine bireysel emeklilik sigortasında olduğu gibi kooperatif aidatlarının hangi dönemde ödendiği önemlidir. Kooperatif aidatları evlilik birliği içerisinde ve 2002 yılından sonra yapılmış ise aidatların hangi eş tarafından yapıldığına bakılmaksızın kooperatiften edinilen ev, edinilmiş mal hükmündedir ve paylaşıma dahildir. Aidat ödemelerinin bir kısmı evlilikten önce, bir kısmı evlilikten sonra yapılmış ise evlilikten sonra yapılan kısım için diğer eşin katılma alacağı hakkı bulunmaktadır.

Şirket hisseleri mal paylaşımına dahil mi?

 Şirket hisselerinin paylaşımını konusunda yine 2002 öncesi ve sonrası olmak üzere bir ayrım yapılıyor. 2002 sonrasında edinilen şirket hisseleri edinilmiş maldır ve eşin, şirket hissesinin güncel değeri üzerinden katılma alacağı hakkı bulunmaktadır. 2002 yılı öncesinde edinilen şirket hissesi ise edinen eşin kişisel malı niteliğindedir, dolayısıyla diğer eşin bir alacak hakkı bulunmamaktadır.

Ancak şirket payı ister 2002 sonrası, ister 2002 öncesi edinilmiş olsun şirketten elde edilen gelir, kar edinilmiş mal kapsamında sayılmaktadır. Bu sebeple şirketten elde edilen tüm kazançlar üzerinde, payın edinilme tarihine bakılmaksızın diğer eşin alacak hakkı bulunmaktadır.

Boşanmada Mal Paylaşımı

Evlilikten önce alınan malların gelirleri paylaşıma dahil midir?

 Önceden de bahsettiğimiz üzere evlilikten önce edinilen ve parası ödenen mallar, kişisel mal niteliğindedir. Ancak evlilik birliği içerisinde iken evlilikten önce edinilen bu malların gelirleri, örneğin evlilik öncesi edinilmiş bir evin kira geliri, evlilikte elde edilen bir kazanç olduğu için edinilmiş mal hükmündedir ve paylaşıma tabidir.

Yine miras yoluyla elde edilen kişisel malların da kira gelirleri de edinilmiş mal sayılır ve paylaşıma dahil edilir.

Bu sitedeki tüm paylaşımlar bilgilendirme amaçlı olup, her somut olayın kendine özgü özellikler bulunmaktadır. Bu sebeple yaşadığınız uyuşmazlık ile ilgili alanında uzman bir avukattan destek almanız olası hak kayıplarının önüne geçecektir.


bosanmada-mal-paylasimi-1200x675.jpg
16/Eyl/2021

Boşanmada Mal Paylaşımı

Günümüzde boşanma sürecine giren taraflar arasında en büyük problem; malların nasıl paylaşılacağı konusunda çıkmaktadır. Mal rejimin tasfiyesi; tarafların evlilik birliği içerisinde edindikleri malların, boşanmayla birlikte nasıl tasfiye edileceğine ilişkin kurallardır. Taraflarca evlilik birliği içinde edinilmiş malların tasfiyesi, boşanma davasında talep edilemeyip, bu malların tasfiyesi için ayrıca bir dava açılması gerekmektedir. Mal rejiminin tasfiyesi için açılacak bu davanın sonuçlanabilmesi için öncelikle tarafların boşanma kararının kesinleşmiş olması gerekmektedir. Bu dava, boşanma davası ile birlikte açıldığı takdirde boşanma davası bekletici mesele yapılmaktadır.

Taraflar arasında başkaca bir mal rejimi benimsenmemişse; 1 Ocak 2002 öncesinde geçerli olan yasal mal ayrılığı rejimi iken, 1 Ocak 2002 sonrasında geçerli olan mal rejimi edinilmiş mallara katılma rejimidir.

Taraflar, yasal mal rejimi dışında bir mal rejimi seçebilir mi?(Evlilik Sözleşmesi)

 Halk arasında mal rejimine ilişkin yapılan sözleşmelere evlilik sözleşmesi denmektedir. Taraflar, eğer isterlerse mal rejimi sözleşmesi(evlilik sözleşmesi) yaparak Medeni Kanun’da öngörülen diğer üç mal rejiminden birini seçebilirler. Ancak kendi istekleri doğrultusunda yeni bir mal rejimi oluşturamazlar, mutlaka Kanunda öngörülen mal rejimlerinden birini seçmek zorundadırlar.

Kanunda öngörülen seçimlik diğer mal rejimleri şunlardır:

  • Mal ayrılığı rejimi
  • Paylaşmalı mal ayrılığı rejimi
  • Mal ortaklığı rejimi

Mal rejimi sözleşmesinin noterde düzenleme veya onaylama şeklinde yapılması gerekir. Ayrıca yine taraflar, evlilik başvurusu sırasında yazılı başvuru yaparak evliliklerinde geçerli olacak mal rejimini seçebilir. Mal rejimi sözleşmesi, taraflar arasında imzalandıktan sonra yürürlüğe girecek olup, imzalandıktan önceki tarihe etki etmez. Dolayısıyla, sözleşme tarihinden önce edinilen mallar bakımından önceki mal rejimi geçerli olacaktır. Taraflar eğer mal rejimi sözleşmesi imzalamayı düşünüyor ise sözleşmenin tarihi de oldukça önemlidir.

Mal rejimi konusu oldukça kapsamlı bir konu olup, mal rejimi sözleşmelerinin konusunda uzman bir avukat tarafından hazırlanması tarafların ileride bir hak kaybı yaşamasının önüne geçecektir. Sözleşme hazırlanırken tarafların şartları, imkanları iyi bir şekilde analiz edilmeli, taraflara en lehine olacak yöntem seçilmelidir.

Boşanma Davasında Mal Paylaşımı Nasıl Olur?

 1 Ocak 2002 tarihi öncesinde mal paylaşımı(Katkı Payı Alacağı Davası):

 1 Ocak 2002 tarihi öncesinde taraflar arasında başkaca bir mal rejimi kararlaştırılmamışsa yasal mal rejimi olan mal ayrılığı rejimi geçerlidir. Bu rejimde; edinilen mallar kimin üstünde kayıtlı ise o kişinin kişisel malı sayılır. Ancak malın katkısı sırasında, mal üstüne kayıtlı olmayan taraf o malın alınmasında katkı koymuş ise bu katkı payını talep etmek için dava açabilir. Ancak malın alımı esnasında katkı sunduğunu iddia eden taraf, ne kadar katkıda bulunduğunu ispat etmek zorundadır.

2002’den önce başlayıp, 2002 sonrasında da devam eden bir evlilikte mal rejimi tasfiyesi yapılırken, 2002 öncesinde edinilen mallar için katkı payı talep edilebilecek iken, 2002 sonrasında edinilen mallar için katılma payı alacağı talep edilebilecektir.

 1 Ocak 2002 tarihi sonrasında mal paylaşımı(Katılma Payı Alacağı Davası):

 1 Ocak 2002 tarihi sonrasında taraflar arasında başkaca bir mal rejimi kararlaştırılmamışsa yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. Bu rejimde; evlilik birliği içerisinde edinilen mallarda eşlerin yarı yarıya hakkı bulunmaktadır. Malın hangi eş üzerinde kayıtlı olduğunun veya eşin çalışıp çalışmadığının hiçbir önemi yoktur.

Peki edinilmiş mallar nelerdir?

Mal rejimi tasfiye edilirken öncelikle edinilmiş mal, kişisel mal ayrımı yapılmalıdır. Zira tasfiye kapsamına tarafların kişisel malları dahil değildir. Tasfiye, ancak edinilmiş mallar üzerinde yapılabilir.

 Kişisel malları şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Tarafların kişisel kullanımına ayrılmış mallar(Cep telefonu, laptop, parfüm..)
  • Evlenmeden önce sahip olunan malvarlığı değerleri
  • Miras yoluyla kazanılan mallar
  • Manevi tazminat alacakları
  • Kişisel mallar yerine geçen değerler

Kanuna göre edinilmiş mallar ise şu şekildedir:

  • Çalışmanın karşılığı olan edimler (maaş, fazla mesai ücreti…)
  • Sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya personele yardım amacı ile kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler (emeklilik ikramiyesi..)
  • Çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar
  • Kişisel malların gelirleri (örneğin; eşlerden birine miras yoluyla kalmış evin kirası)
  • Edinilmiş malların yerine geçen değerler(örneğin; eşlerden birinin geliriyle alınmış ev)

Eşler, mal rejimi sözleşmesi yaparak kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mal sayılmayacağını veya mesleki faaliyetlerine özgüllenen malların(örneğin doktorun röntgen cihazı) edinilmiş mal sayılmayacağını kararlaştırabilir.

Bir malın kişisel mal mı, edinilmiş mal mı olduğu nasıl ispat edilecektir?

 Bir malın kişisel mal mı, edinilmiş mal mı olduğu mal rejimin tasfiyesi anındaki durumuna göre ayrılır. Eğer taraflardan biri, bir malın kişisel mal olduğunu iddia ediyorsa bunu ispatlamak zorundadır. Eğer malın kişisel mal olduğu ispat edilemez ise o mal, edinilmiş mal olarak kabul edilir ve tasfiye kapsamına alınır.

Kişisel mallar ile edinilmiş mallar arasında denkleştirme yapılması:

 Bazı durumlarda kişisel mallar ile edinilmiş mallar arasında denkleştirme yapılması gerekebilir. Bir eşin kişisel mallına ilişkin bir borç edinilmiş mallardan veya edinilmiş ilişkin bir borç, bir eşin kişisel malından ödenmiş ise tasfiye esnasında denkleştirme talep edilebilir. Örneğin; Eşlerden birine miras olarak kalmış bir ev satılmış ve bu evin satış bedeli de eklenerek yeni bir ev alınmış ise denkleştirme yapılması talep edilebilir. Zira kişisel maldan, edinilmiş mala bir geçiş olmuştur.

 Değer artış payı:

Eşlerden biri diğerine ait bir malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına bir karşılık almaksızın katkıda bulunmuşsa, tasfiye sırasında bu malda ortaya çıkan değer artışı için katkısı oranında alacak hakkına sahip olur ve bu alacak o malın tasfiye sırasındaki değerine göre hesaplanır; bir değer kaybı söz konusu olduğunda katkının başlangıçtaki değeri esas alınır. (TMK m.227)

Kanunda yer alan bu hüküm sayesinde eşlerden biri, diğerine eşe ait bir malın alımında veya iyileştirilmesine katkı sunmuş ise tasfiye anında bu mala katkısı oranında değer artış payı talep edebilecektir. Eğer malın değerinde bir artış olmadıysa veya mal, değer kaybına uğradıysa eş, sunduğu katkı miktarını talep edebilecektir.

Eşin edinilmesinde veya iyileştirilmesinde katkı sunduğu mal, elden çıkarılmış olsa dahi hakim, hakkaniyete uygun bir değer artış payı ödenmesine karar verebilir.

Boşanmada Mal Paylaşımı

Mal Rejimini Sona Erdiren Haller

  • Eşlerden birinin ölümü halinde: Mal rejimi ölüm tarihinde sona erer.
  • Eşlerin farklı bir mal rejimi seçmesi halinde: Yeni mal rejimi sözleşmesinin yapıldığı tarihte sona erer.
  • Boşanma veya evlenmenin iptali halinde: Boşanma veya evliliğin iptali davası açıldığı tarihte sona erer.
  • Hakim tarafından mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi halinde: Dava tarihinden itibaren sona erer.

Katılma alacağı, edinilmiş malların tasfiye tarihindeki değerine göre belirlenir. Katılma alacağının nakden ödenmesi esastır, ancak tarafların aralarında anlaşması durumunda katılma alacağına karşılık malda verilebilir.

Mal Paylaşımı Davalarında  Zamanaşımı

 Boşanmada mal paylaşımı davası, boşanma kararı kesinleştikten sonra 10 yıl içinde açılmalıdır. 10 yıllık süre zarfında açılmadığı takdirde, mal paylaşımı talebinde bulunmak mümkün olmayacaktır.

Mal Paylaşımı Davasında Görevli ve Yetkili Mahkeme

 Boşanma durumunda mal paylaşımı davalarına bakmakla görevli olan mahkeme, aile mahkemesidir.

Boşanma nedeniyle açılacak mal paylaşımı davalarında yapılacak ise yetkili mahkeme, boşanma davasının görüldüğü yerdeki mahkemedir.

Eşlerden birinin ölümü nedeniyle açılacak mal paylaşımı davalarında yetkili mahkeme ölen eşin son ikametgah yerindeki mahkemedir.

Anlaşılacağı üzere mal rejiminin tasfiyesi oldukça kapsamlı bir konu olup, olası bir hak kaybının önüne geçmek için alanında uzman bir avukat ile çalışılması yerinde olacaktır. Mal rejiminin tasfiyesinde, boşanma davasının açıldığı anda var olan mallar hesaba katılır. Boşanma davası açıldıktan sonra edinilen mallar, kazançlar tasfiye kapsamında değildir. Bu sebeple davaların açılacağı tarih bile büyük önem arz etmektedir.

Boşanmada Mal Paylaşımı

 

 

 

 


is-kazasi-tespit-davasi.jpg
16/Eyl/2021

Hangi hallerin iş kazası sayılacağından “İş Kazası Sebebiyle Tazminat” davası başlıklı yazımızda bahsetmiştik. İş kazası nedeniyle tazminat davası açabilmek için öncelikle yaşanan olayın SGK tarafından “iş kazası” olarak nitelendirilmesi gerekmektedir. Yaşanan olayın SGK tarafından iş kazası olarak kabul edilmediği durumlarda bu yazımızın konusu olan iş kazasının tespiti davası açılması  gerekmektedir. Bu dava, tazminat davasından ayrı bir davadır.

 Bir iş kazası meydana geldiğinde, işveren tarafından derhal(3 gün içinde) SGK’ya bildirim yapılmalıdır. Bu bildirim üzerine SGK müfettişleri tarafından iş kazasının gerçekleştiği yerde bir inceleme yapılır ve olayın iş kazası olup olmadığına, nasıl gerçekleştiğine, tarafların kusur durumuna ilişkin bir inceleme raporu düzenlenir. Bu inceleme raporunda; gerçekleşen olay, iş kazası olarak nitelendirildiği takdirde doğrudan iş kazası nedeniyle tazminat davası açılabilir. Ayrıca yaşanan olay, iş kazası sayıldığı takdirde SGK tarafından yaralanma durumunda işçiye, ölüm durumunda ise işçinin yakınlarına maaş bağlanır.

 Ancak SGK tarafından, meydana gelen olay iş kazası olarak kabul edilmediği takdirde; işçi, doğrudan iş kazası nedeniyle tazminat davası açar ise mahkeme, davaya devam etmez. İşçiye, iş kazasının tespiti davası açması için süre verir. Açılacak bu tespit davasının sonucu, tazminat davasının sonucunu doğrudan etkileyeceğinden tespit davasının sonucu beklenir.

İş kazasının tespiti davasının, hem SGK’ya, hem de işverene karşı açılması gerekmektedir. Bu dava için zamanaşımı süresi, iş kazası meydana geldikten sonra 10 yıldır. İş kazası neticesinde işçinin vefatı durumunda, bu davayı işçinin mirasçıları açabilir. Açılacak davada meydana gelen olayın iş kazası olduğu her türlü delille ispatlanabilir.

 İş kazasının tespiti davasının işçi lehine sonuçlanması durumunda; işçiye, işçi ölmüşse yakınlarına SGK tarafından maaş bağlanır. Akabinde artık işçi, işverene karşı iş kazası nedeniyle tazminat davası açabilir. İşçiye, SGK tarafından bağlanan gelirin bir kısmı, tazminat davasında tazminat miktarından indirilir.

 Sıkça karşılaştığımız durumlardan birisi işverenin, bir kaza meydana geldiğinde SGK’ya bildirim yapmamasıdır. Bildirim olmadığı için SGK müfettişlerince işyerinde soruşturma yapılamaz ve iş kazası olduğu raporlanamaz. Böyle bir durumda işçinin SGK’ya bildirim yapması gerekir. Bildirim yapılmadan doğrudan tazminat davası açılır ise mahkeme, işçiye SGK’ya bildirim yapması için süre verir. SGK’nın düzenleyeceği raporun sonucuna göre davaya devam olunur.

İş kazasının tespiti davasında görevli mahkeme, iş mahkemeleridir. Yetkili mahkeme ise davalıların yerleşim yeri mahkemesi veya işin yapıldığı yer mahkemesidir.


is-kazasi-nedeniyle-maddi-ve-manevi-tazminat-davalari-is-kazasida-deneyimli-avukat.jpg
03/Mar/2021

İŞ KAZASI SEBEBİYLE TAZMİNAT DAVASI

İş Kazası Sebebiyle Tazminat Davası

İş kazası nedeniyle tazminat davası; işçinin, iş ilişkisi nedeniyle yaralanması veya ölmesi durumunda işverenin, işçinin kendisine ve/veya yakınlarına tazminat ödemesi talebiyle açılan maddi ve manevi tazminat davasıdır.

İş kazası sayılan durumlar nelerdir?

            5510 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 13. Maddesine göre iş kazası sayılan durumlar şunlardır:

  • İşçinin işverene ait işyerinde bulunduğu sırada uğradığı her türlü bedensel veya ruhsal zararlar iş kazasıdır. Burada iş kazasının neyden kaynaklandığı önemli değildir, tek şart olayın işyerinde gerçekleşmiş olmasıdır. Örneğin; işçinin, işyerinde kalp krizi geçirmesi de iş kazası sayılmaktadır.
  • İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle işçi kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütülmekte olan iş nedeniyle meydana gelen kaza, iş kazasıdır.
  • Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere

gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda meydana gelen kazalar, iş kazasıdır. Örneğin, işverenin işçiyi hammadde almak için bir yere gönderdiği esnada, işçinin trafik kazası geçirmesi halinde bu iş kazası sayılacaktır.

  • Emziren kadın işçinin, çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanda meydana gelen kaza, iş kazasıdır.
  • İşçinin, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen engelli hâle getiren olay, iş kazasıdır. Örneğin, personel servisinin trafik kazası yapması sonucunda işçinin yaralanmışsa bu bir iş kazası sayılacaktır.

Bir iş kazası meydana geldiğinde ne yapılmalıdır?

  •  Öncelikle işçiye ilk müdahale gerçekleştirilip, derhal hastaneye götürülmelidir. Hastanede, doktorlara meydana gelen olayın, iş kazası olduğu mutlaka belirtilmelidir. Zira açılacak davalarda doktor raporlarında yaşanan olayın iş kazası olarak geçmesi büyük önem arz etmektedir. Yine hastanede bulunan kolluğa, iş kazası geçirildiği bildirilmelidir. Çünkü işveren tarafından, iş kazasının cezai boyutu da bulunmakta olup, savcılıkça olayla ilgili soruşturma başlatılacaktır.
  • Kazanın meydana geldiği yerde, iş kazası tespit tutanağı tutulup 2 şahit tarafından imzalanmalıdır.
  • İşverence derhal(3 gün içinde) SGK’ya bildirim yapılmalıdır. İşverence bu bildirim yapılmadığı takdirde, işçi tarafından mümkün olan en kısa zamanda SGK durumdan haberdar edilmelidir. İşverenin, süreç içerisindeki yükümlülüklerini yerine getirmemesi, işverenin kusurunu ağırlaştırıcı bir sebeptir.

İş kazası nedeniyle tazminat davası açma süresi ne kadardır?

 İşçinin iş kazası meydana geldikten sonra 10 yıl içinde tazminat davası açma hakkı vardır. Ancak iş kazası nedeniyle bir ceza davası açılmış ise ve ceza davasının zamanaşımı süresi daha uzun ise ceza davasının zamanaşımı süresi uygulanır. Örneğin, iş kazası neticesinde işçi ölmüşse, “taksirle ölüme sebebiyet verme” suçundan açılacak ceza davasının zamanaşımı süresi 15 yıl olduğundan, tazminat davası için de zamanaşımı süresi 10 yıl değil, 15 yıl olacaktır.

İş kazalarında görevli ve yetkili mahkeme hangisidir?

İş kazası sebebiyle açılacak tazminat davalarında görevli mahkeme, iş mahkemeleridir. Yetkili mahkeme ise zarar gören işçinin yerleşim yeri mahkemesi, kazanın meydana geldiği yer mahkemesi, işyerinin bulunduğu yer mahkemesi veya davalı işverenin yerleşim yeri mahkemesidir.

İş kazası nedeniyle açılacak tazminat davalarında ne talep edilebilir?

 Maddi Tazminat

Geçirdiği iş kazası nedeniyle ruhen ve bedenen zarara uğrayan işçi, tazminat davası açarak meydana gelen zararın tazminini işverenden isteyebilir. Cismani zarar durumunda işçinin talep edebileceği giderler şunlardır:

 

  • Tedavi ve bakım giderleri,
  • Uğranılan kazanç kaybı,
  • Kaza neticesinde çalışma gücünün azalmasından veya tamamen ortadan kalkmasından doğan kayıplar,
  • Ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar

İşçi, hem süreçte doğan tedavi giderlerini talep edebileceği gibi, hem de gelecekteki hak kayıplarını da talep edebilmektedir. Örneğin; iş kazası neticesinde kolu kopan işçinin, çalışma gücü büyük oranda azalacak, ekonomik geleceği sarsılacaktır. Bu tazminat kalemleriyle, işçinin gelecekte çalışamamasından dolayı uğrayacağı zararların tazmin edilmesi amaçlanmıştır.

İş kazası sonucunda ölüm meydana gelmiş ise ölenin bakmakla yükümlü olduğu kişiler de maddi tazminat davası açabilir. Talep edebilecekleri giderler şunlardır:

 

  • Tedavi giderleri(işçi bir süre tedavi gördükten sonra ölmüşse)
  • Çalışma gücünün azalmasından veya tamamen ortadan kalkmasından doğan kayıplar(yine işçi, iş kazası yaşandıktan belirli bir süre sonra ölmüşse)
  • Cenaze giderleri
  • Ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları zararlar(Destekten yoksun kalma tazminatı)

Destekten yoksun kalma tazminatı talep edebilmek için ölenin mirasçısı olmak şart değildir. Ölen işçi tarafından, hayattayken kendisine destek verildiğini kanıtlayan kişi de destekten yoksun kalma tazminatı talep edebilir.

Manevi Tazminat     

İş kazası nedeniyle işçinin yaşadığı acı, üzüntü, endişe sebebiyle işçinin, işverenden manevi tazminatta talep etmesi mümkündür. Manevi tazminat, maddi tazminat gibi hesaplanmaz. Hakim, somut durumun özelliklerine göre manevi tazminatı takdir eder. Manevi tazminat takdir edilirken; olayın oluş şekli, tarafların kusur durumu, maluliyet oranı, tedavi süreci ve şekli gibi hususlar göz önünde bulundurulur.

İş kazası sonucunda işçinin ağır bedensel zarara uğraması veya ölmesi durumunda işçinin yakınları da manevi tazminat talep edebilir. Manevi tazminat talep edebilmek için mutlaka işçinin akrabası, mirasçısı olmak şart değildir. İşçi ile derin bir gönül bağı olan ve ölümü ya da ağır bedensel zarara uğraması neticesinde psikolojik olarak sarsılan kişi de manevi tazminat talep edebilir. Ağır bedensel zarar, somut durumun özelliklerine göre değerlendirilir. İşçinin kaza neticesinde bir organını kaybetmesi, yatalak kalması ağır bedensel zarar kapsamında sayılır.

İş kazası nedeniyle bedensel zarar zaman içinde artıyorsa?

 İş kazası sonucu meydana gelen zarar artıyor ise değişen bir durum söz konusu olacaktır. Zararın geliştiği durumlarda, açılmış tazminat davaları sonuçlanmış olsa bile zararın gelişmesi yeni bir durum olduğu için  bu yeni durumla ilgili olarak tekrardan tazminat davası açmak mümkündür.

Örneğin; iş kazası neticesinde işçinin, iş görmezlik oranı %30 iken, bu oran 3 yıl sonra %50’ye çıkabilir. Maluliyet oranındaki bu değişimin tazmin edilmesi için yeniden tazminat davası açmak mümkündür.

İş Kazası Sebebiyle Tazminat Davası

İş kazası sebebiyle taşeron firmanın sorumluluğu nedir?

İş kazası nedeniyle açılacak tazminat davalarında hem asıl işveren, hem de alt işveren(taşeron) birlikte sorumludur. İşçinin her ikisine de dava açma olanağı bulunmamaktadır. Asıl işverenin ya da alt işverenin sorumluluğunu kaldıran anlaşmalar geçersizdir. Böylece işçiye tam bir koruma sağlanmıştır.

Sigortasız işçiler, iş kazasına uğradığı takdirde tazminat talep edebilir mi?

 Sigortasız işçiler ile sigortalı işçiler arasında Kanunda bir ayrım gözetilmemiştir. Sigortasız çalıştırılan işçiler de, işverenden sigortalı çalışan işçilerin istediği tüm tazminat kalemlerini talep edebilir. Ancak sigortasız işçilerin, meydana gelen olayın iş kazası olarak kabul edilmesi için öncelikle iş kazasının tespiti davası açması gerekmektedir.

İş kazası geçiren işçinin kusurunun tazminata etkisi nedir?

İş Kazası Sebebiyle Tazminat Davası

 İş kazasının meydana gelmesi ve zararın artmasında işçinin kusuru varsa bu göz önüne alınır. Kazanın meydana gelmesi ve zararının doğması arasındaki nedensellik bağı işçinin ağır kusuru ile kesilmediği sürece işverenin sorumluluğuna gidilebilir. Açılacak davada tarafların kusur oranları belirlenecek ve işçinin kusur durumuna göre tazminatta indirime gidilecektir.

İş kazası geçiren işçinin iş akdi sonlandırılabilir mi?

 Sadece iş kazası geçirdiği için işçinin iş akdi sonlandırılmaz. Ancak işçinin iş güvenliği ve sağlığı ile ilgili kurallara uymaması, tehlikeli olduğu veya hastalığa sebep olacağı bilinen bir hareketi yapması, yetkili kimseler tarafından verilen emirlere aykırı hareket etmesi, açıkça izne dayanmadığı gibi, hiçbir gereği veya yararı bulunmayan bir işi bilerek yapması ve yapılması gerekli bir hareketi savsaması, ağır kusuruna esas tutulur. İşçinin ağır kusurunun bulunması, işyerine ait olan makinelere, teçhizata ve diğer eşyalara otuz günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba uğratması halinde işveren, iş sözleşmesini haklı nedenle derhal feshedebilir. Böyle bir durumda işçi, kıdem ve ihbar tazminatını talep edemez.

İş Kazası Sebebiyle Tazminat Davası

kişinin kusurunun tazminata etkisi nedir?

kişi, işveren ve işveren vekili dışındaki kimselerdir. İş kazasının veya meslek hastalığının meydana gelmesinde 3. Kişinin de sorumluluğu bulunduğu durumlarda işverenle birlikte 3. Kişi de sorumludur. İşveren ile 3. Kişi, zarardan müteselsil sorumlu olduğu için işçi, hükmedilecek tazminatın tamamını her ikisinde de isteyebilir. Ancak 3. Kişi, sadece kendi kusuru oranında sorumlu olduğundan kusuru dışında kalan zarar miktarını işverene rücu edebilir.

İşçinin Covid-19’a yakalanması iş kazası olarak değerlendirilebilir mi?

 Tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgının ortaya çıkması ve işyerlerinin salgın boyunca da çalışması, işçilerin bu hastalığa yakalanma riskini arttırdı. Hastalık virüsünü alan kişilerin hemen hastalık belirtisi göstermemesi, hastalığın nereden ve nasıl kapıldığının tespit edilmesini de güçleştirdi. Hastalık ile ilgili tartışmalar sürerken, SGK yayımladığı genelge ile Covi-19’u iş kazası veya meslek hastalığı olarak değerlendirmeyeceğini açıkladı. Bu genelge ile Covid-19 yakalanan bir işçi için iş kazası bildiriminde bulunulamayacak ve işçi, SGK ödemelerinden yararlanamayacak. Ancak ilerleyen dönemde çalışanlar tarafından Kuruma pek çok davası açılması oldukça muhtemel. Konu, Yargıtay kararları ile çözüme kavuşacaktır.

İş kazası, arabuluculuğa tabi midir?

 İş kazası nedeniyle açılacak tazminat davası zorunluğu arabuluculuğa tabi değildir. Buna karşılık her iki tarafın da uzlaşma niyetinin bulunması durumunda, arabuluculuk kanalı ile uyuşmazlığın kısa bir sürede sonuçlandırılması mümkündür.

Yazımızda da bahsettiğimiz gibi açılacak tazminat davasında, pek çok alacak kalemi vardır. İş kazası sonrasında doğacak zararın ve tazminatların iyi irdelenmesi, mağdur işçinin hak kaybı yaşamaması için konusunda uzman bir avukattan destek alması oldukça önemlidir. Yine arabuluculuk sürecinde işverenin teklifinin makul olup olmadığının değerlendirilmesi, yapılan teklifin işçinin tüm haklarını karşılıyor olması için bir avukattan destek alınması yerinde olacaktır.

İş Kazası Sebebiyle Tazminat Davası


Av. Yasemin Şen

Hukuk, güven koruyucu normlar oluşturmak, bu güvenin nitelik, koşul ve kapsamını belirleyici teknik güvenlik normları yaratmak ve güvene dayalı hareketi koruyarak sorumluluk altında sonuçlar bağlamak zorundadır.

® Yasemin Hukuk Bürosu | SEO Hizmeti – seogezegeni.com & proji.com.tr